Silah çıktı mertlik, rafine ürünler çıktı sağlık bozuldu diyebiliriz. Konumuz mertlik olmadığı için silahtan bahsetmeyeceğiz ama sağlık için rafine konusuna göz atacağız. Son dönemin modası ve birçok hastalıkta kaynak olarak gösterilen rafine ürünler ve sağlık üzerine etkilerinden söz edeceğiz.
Öncelikle rafine tanımını biraz açalım. Saflaştırılma, parçalama ve arıtma anlamına gelen rafine ifadesi gıdalarda biraz farklı bir konsepte sahiptir. Gıdalar rafine edilmek ile sadece ayrıştırılarak parçalarına ayrılmaz. Bu işlem ile ilk ürün dışında tamamen farklı bir yapı ortaya konur. Çünkü, rafine işleminden sonra ortaya konan ürün artık farklı bir kimya ve fizyonomiye sahiptir. Bu yapı ise vücut uyumundan tamamen uzaktır. İşte film de tam bu noktada kopar. Çünkü gıdaların faydalı olabilmesi beden ile uyumuna bağlıdır. Hiç düşündünüz mü civa vücut için niye zehirlidir. Veya karbonmonoksit niçin toksiktir. Hepsinin cevabı ise aynıdır. "Maddelerin zararlılığı bedene uyumsuzluğundan kaynaklanır." Çünkü uyumsuzluk hayati süreçleri tehlikeye atar. O zaman beden ile uyumun bozulma derecesi aynı zamanda o ürünün zararlı ve toksik olmasının da ana nedenidir. Bu nedenle beslenelim dereken zehirlenebiliriz.
NASIL HASTA EDER?
Uyumsuzluk temelleri üzerine kurgulanmış bir besleneme adım adım hücresel harabiyetleri ve işleyiş bozukluklarını beraberinde getirmektedir. Çünkü uyumsuzluk sindirimden emilime, hücresel kullanımdan atıkların bertarafına kadar birçok işleyişi engellemektedir.
Rafine gıdaların ilk negatif etkisi mide geçişinde başlar. Uyumsuz gıdaların sindirimi için daha çok asit üretmesi gereken mide bu sürece fazla dayanamaz ve mide yanma ve ekşimeleri baş gösterir.
ALERJİNİN KAYNAĞI
Rafine gıdalarda ikincil negatif etkinin görüldüğü yer ise mide çıkışı ve emilimin olduğu ince bağırsak hattımızdır. Burada midemizden farklı bir negatif süreç ortaya konur. İnce bağırsağımıza gelen parçalanmış gıdalar bazı enzimler ile emilim öncesi kimyasal sindirime alınır. Fakat uyumsuz yapıların varlığı bu süreci sekteye uğratır. Çünkü uyumsuz yapıları sindirecek enzimler ince bağırsakta yer almadığı için, ince bağırsak sindirimi tam gerçekleşemez. Buna bağlı olarak da emilecek yapıları tam ayırt etmek için ince bağırsak geçişi 3 saat yerine on üç saate çıkarılır. Buna rağmen yine de istenen sindirim tam olarak gerçekleştirilemez. Buna bağlı olarak da emilenden ziyade emilmeyen atıklar bağırsak alanını işgal eder. Sindirim sürecindeki yavaşlama ve atıkların fazlalaşması ise savunma sistemini alarm durumuna taşıyarak, bağırsak yapısında bozulma ile birlikte alerjik vücut cevabını ortaya koyar. Gıda alerjilerinin ana kaynağında da bu durum yatar. Bu süreç bununla kalmaz kalın bağırsağın negatif sürece eklenmesi ile kabızlık, ishal gibi problemler baş gösterir.
İnce bağırsaktan emilenler ise ayrı bir derttir. Rafine gıdalardan emilen uyumsuz kimyasal yapılar hücresel işleyişleri etkileyerek karaciğer ve diğer organlar da dahil olmak üzere birçok sistemsel faaliyetlerin de bozulmasına yol açar. Bu sürecin arkasından serbest radikal adı verilen vücut zehirlerindeki artış belirgin düzeylere ulaşır. Artık vücut Alzheimer ve kanser dahil olmak üzere birçok kronik hastalığın pençesindedir. Tedaviler tedavileri kovalar ama sonuç pek de iç açıcı değildir.
YARARLI ZARARLIYA DÖNÜŞMÜŞ
Rafine gıdalar bu kadar mı kötü hiç faydalı yönü yokmu diye aklınıza soru gelebilir. Benim de bu soru aklıma geldi ve araştırdım. Ne yazıkki bir dirhem fayda bulamadım. Çünkü liflerinden, vitamin ve minerallerinden arındırılmış rafine gıdaların bedene katacağı bir şeyleri kalmamış. B Vitaminlerinden ve liflerden zengin buğday yerine hiçbir değeri olmayan atık nişasta yapıları yer almış. Bedenin enerji kaynağı olan esmer saf şeker yerine sanayi atığı ve hastalıklara zemin hazırlayan beyaz bir toz ortaya konmuş. Minerallerden zengin ve beden ile uyumlu, hatta olmazsa olmazları içeren tuz yerine bulaşık makinalarına layık sodyum tabletleri oluşturulmuş sonra da birileri şekere, una ve tuza savaş açmış zararlılar diye. Hatta üç zararlı olarak meşhurlar listesine girmiş un, tuz ve şeker. Sormak lazım kast ettiğiniz hangi şeker, hangi un, hangi tuz. Tabii ki sınır sadece un, tuz ve şeker ile kalmamış ve liste alabildiğine genişlemiş.
RAFİNE LİSTESİ KABARIK
Rafine ürünlerde liste o kadar geniş ki, mevcut olan her şey rafinedir gibi bir genelleme yapabiliriz. Çünkü bu listede pirinçten buğdaya, şekerden mısıra, çaydan kahveye, her şeyi saymamız mümkün. Bunlar ile yapılan ürünler ise sayıyı sonsuz hale getiriyor ki, çikolatadan bisküviye, dondurmadan konserveye, salçadan pudinge, meşrubatlardan ekmek ve pastalara hatta yenen yemeklere kadar her şey rafine edilmiş ürünler ile dolu. Deve misali düz yerimiz, rafinesiz gıdamız kalmamış gibi.
Rafine gıdalar nelerdir ifadesi yerine belki de neyimiz rafine değildir sorusunu sormamız daha da yerinde olacaktır. Çünkü bir zamanların zengin sofrasını süsleyen rafine gıdalar artık bütün sofralara girmiş. Saf buğday çeken değirmenler ve bundan elde edilen ekmekler yok artık. Veya şeker kamışı ve şeker pancarından yapılan tatlılar. Belki zenginliğin göstergesi belki de sanayileşmenin sonucu olarak eskiler ve saf olanlar artık unutuldu. Bunların yerini de rafine ve değişenler aldı.
Belki bizler kolay alıştık rafine ürünlere. Ekmeğin ve şekerin beyazı, tuzun işlenmişi sofralarımızda daha cazip durmaya başladı. Kepek içeren buğday ve pirinç eksiklik olarak algılandı. Her şeyin değişmişine çabuk alıştık. Ama hiç kıymet vermediğimiz hayvanlar, böcekler alışamadı sanayileşen ürünlere. İşlenmemiş unu işlenene tercih ettiler. İçgüdüleri mi dersiniz, yaratılış uyumları mı dersiniz ya da akıllı mı dersiniz bilemem ama bir şeyler onları bu ürünleri yemekten alıkoymaktadır. Fakat insanoğlu dedik ya çabuk unutup çabuk alışıyoruz, kötü de olsa...
YAVAŞ YAVAŞ ZEHİRLENİYORUZ
Zenginleştirme adı altında işlenmiş ve rafine edilmiş ürün listeleri almış başını gitmiş. Besin değerleri yüksek yapılar yerine sentetik ve sanayi atıkları ortaya çıkmış. Katılan kimyasallar ise ayrıca zarar listesini kabartmış. Bunlara en güzel örnek ise beyazlatmada kullanılan klordioksittir ki, birçok zararının yanı sıra vücutta E vitaminini yok eder.
Bu yapılanlar ile belki ürünler daha uzun raflarda kalabiliyor ve çok insana hizmet ediyor. Ama en değerli şeyimiz olan sağlığımızda bununla beraber tükeniyor. Son zamanlarda artan hastalıklar ve kanser vakalarının arkasında başka suçlu aramaya gerek yok sanırım. Hatta dünya sağlık örgütü son haftalarda yaptığı bir açıklama ile işlenmiş et ürünlerinin kanser yapanların ilk sıralarına taşıdı. Belki arkadan rafine edilmiş gıdalar gelecek. Ama sektör buna müsaade ederse.
Çünkü mevcut durum biraz önce dillendirdiğimiz hakikati ortaya koymaktadır. O da yavaş yavaş zehirlendiğimiz gerçeğidir. Bu gerçeği değiştirmemiz şimdilik biraz zor gibi gözükmekte, ama tamamen de teslim olmamız yanlış. Peki neler yapılması gerekir.
Ne yapalım?
Sağlık politikalarında rafine ürünlere ayrı bir yer ayırmak ile işe başlanmalı. Hatta rafine ürünler kara listenin en başında yer almalı. Böylece rafine ürünlerin üretimi belli sınırlamalara dahil edilerek kontrol sağlanabilir. Ayrıca halk, rafine ürünler konusunda bilinçlendirilerek mücadele bir adım daha ileri boyuta taşınabilir. Rafine ürünler konusu açıklığa kavuşunca buğdayın, tuzun ve şekerin kara listeden çıkarılabilir.
Çünkü buğday, tuz ve şekerin orijinal hallerine yaşam için ihtiyaç vardır. Aksi takdirde orijinal tuz, şeker ve undan uzak olmak demek ilaç sektörüne vitamin ve mineraller için başvurmak demektir.
Bizlere de vazifeler düşmektedir. İlk iş olarak da rafine ürünlerden uzak durmak ile başlayabiliriz. Bunun yerine besin, mineral ve vitamin değeri yüksek olan kepekli un, kılçıksız buğday, kara buğday, esmer pirinç, işlenmemiş şeker pancarını seçebiliriz.
Aslında yapılması gereken basit, geçmişe dön ve kurtul. Çünkü, sağlık geçmişimize dönüşte yatıyor. Filmi biraz gerilere alarak, her şeyin saf ve orijinal olduğu eski zamanlara. Belki kendi buğdayımızı yetiştiremeyeceğiz ama esmeri ve orijinali tercih edeceğiz.
Haberin tamamını okumak için tıklayın